Kime “Patagonya’ya gittik” desem, “öyle bir yer var mı?” diye soruyor. Evet, bizde espri konusu olan Patagonya, Güney Amerika’nın güneyinde, Arjantin ve Şili’nin topraklarının çok büyük bir kısmını kaplıyor. Dünyanın en güzel dağlarından olan And dağlarına ve Şili fiyordlarına da bağlı olarak muhteşem bir tabiata sahip, milli parklarla korunmuş inanılmaz güzellikte bir bölge. Tek kusuru soğuk olması! Bizde güney sıcağı hatırlatır, Güney yarım kürede ise tam tersi, soğuğu hatırlatıyor. Gotan Project’in “El Norte”si(Kuzey) sıcağa yazılmış bir özlem ve methiye.
Puerto Madryn
Arjantin Patagonyası burada başlıyor. Uzun bir iskeleye yanaşıyoruz. Deniz çok dalgalı. Ahâli yerli-beyaz karışık. Biz 60$ karşılığı araba kiraladığımız bürodaki çocuğun tavsiyesine uyarak kuzeye, binlerce pengueni bir arada görebileceğimiz Punto Tombo’ya değil de güneye doğru gidip deniz aslanlarını ve fillerini, ayrıca şanslı olursak balinaları da görebileceğimiz Peninsula Waldes’e yöneliyoruz. Bu tavsiyenin doğruluğundan şimdi pek emin değiliz, yüz binlerce pengueni bir arada görmek belki daha doğru bir tercih olabilirdi.

Çok, çok soğuk, dondurucu bir soğuk var. Birkaç yüz penguen, pek çok deniz fili ve aslanı, yüzlerce çeşit, kuş görüyoruz. Ayrıca bu güzergâhı seçerseniz mutlaka 100 km sonra, yolda Puerto Piramides’e uğrayıp tekneye binerek balina görmeye gitmek lâzım. Burası bir balina merkezi haline gelmiş. Bütün dünyadan meraklılar toplanıyor. Sevimli de bir köy oluşmuş. Soğuk havaya rağmen millet denize giriyor. Uğrayıp, denizin sığlığından dolayı teknelerin traktörlerle çekilişini izliyoruz. Balina izlemeye gitmeyi çok istiyoruz ama (Whale watching) maalesef ince hesap yapmamıza rağmen gidiş-dönüş iki saat sürecek yolculuk için vaktimiz olmayacağına karar veriyoruz, çünkü zamanımız çok kısıtlı. Gemi belli bir saatte kalkacağından kaçırmayı göze alamıyoruz. Köydeki mağazalardan hâlâ büyük zevkle giydiğim, sırtında Salve Las Ballenas(Balinaları kurtarın) yazılı güzel bir ceket alıyorum. Her giydiğimde bana hem Patagonya’yı, hem balinaları hatırlatıyor.
80 km daha yol yapıp deniz filleri ve aslanlarının yaşadığı bölgelerden biri olan Caleta Valdes’e geliyoruz. Kayalıklar çok büyük bir alanda denize dik, elin parmakları gibi uzanan sırtlar oluşturmuşlar. Deniz buralara girerek dar gölcükler meydana getirmiş. Bunların içinde kimi suda yıkanan, kimi kumda güneşlenen yüzlerce değişik hayvan görüyoruz. Çok rüzgarlı, çok soğuk, yalnız ve sert iklimli bir yer. Tepeden aşağı bakacağız diye neredeyse zatürre olacağız. Buna rağmen hastanelerdekilere benzeyen ve her yere konmuş “Sessiz olun!”tabelâlarına riayet edip, hayvanları rahatsız etmeden usulca yamaçtan aşağı iniyor, mümkün olan en yakından penguen, deniz fili ve aslanlarını doğal ortamlarında gözlüyoruz. Zehir gibi esen rüzgârda fotoğraf makinesini bile tutmakta zorlanarak, donmamıza ramak kala arabamıza canımızı zor atıyoruz.
İkinci durak, yakındaki Isla de Los Pajaros (Kuş Adası). Isthmo Ameghino’ya 5 km. olan bu adada Patagonya deniz kuşlarına ait pek çok çeşit ve hatırı sayılır bir nüfus bulunuyor. Danışma merkezinde fotoğraflarla kuşlar tanıtılıyor. Kuş gözlemlemek ve kuşlar hakkında bilgi almak mümkün. Dürbünle bakıyor, az sayıda penguen ve binlerce değişik kuş görüyoruz.
Gün boyu yaklaşık 400 km. yol yapıyor, daracık yollarda fazla sür’atli giderek heyecan içinde, son anda arabayı iade edip gemiye yetişiyoruz.
Puerto Madryn’de okaliptus, mimoza ve zakkum görüyorum. Yıllardır Marmara bölgesinde bütün özene rağmen okaliptüs yetiştiremediğimiz göze alınırsa bu bitkiler burada yetişebildiğine göre iklim aşırı soğuk olamaz diye düşünüyoruz. Dönüğümüzde araştırıyor, inanılmaz bir bilgiyle karşılaşıyoruz. Yazın yani Ocak-Şubat aylarında 17-27 C arasında değişen sıcaklık, en soğuk aylar olan Temmuz-Ağustos’da 7-15 C arası oluyor. En fazla +1-2 C ye kadar düşüyor. Yani kar ve don olayına rastlanmıyor. Soğuk sezonda ortam nemi %75 dolaylarında. Sert rüzgârlar ve kuvvetli yağış görülüyor. Bütün bitkilerin bayılacağı, muhteşem bir iklime sahip olduğu ortada. Burada begonvil de yetişir, melisa veya karabiber ağacı da!
Buradan sonraki durak Falkland adaları, sonra kıtanın en güney ucuna geliniyor.
Cape Horn-Cabos Hornos
Lâkabı “Yelkenci Mezarlığı” olan ve kötü hava koşulları ile ünlü bu bölge, Amerika kıtasının en güney ucu. Antarktika’ya buradan 1000 mil kalıyor. 55 derece 59 dakika güney paraleli, 67 derece 16 dakika batı meridyeninde yer alıyor. Atlantik ile Pasifik’i birbirinden ayırıyor. Aslında Horn burnu Ateş Toprakları (Tierra del Fuego)takım adasında Şili’ye ait Isla Hornosüzerinde bulunuyor. Dolayısıyla ana kıtanın en güney noktası değil. Ana karanın en güney noktası 260 km. daha kuzeyde bulunan Brunswick yarımadası. İlk defa Hollandalı denizciler Schouten ve Le Mairetarafından 1916 da geçildiği için ismini Schouten’in doğum yeri olan Hoornşehrinden almış. 1914 yılında Panama kanalının inşasına kadar iki okyanus arasında tek geçiş yeri burası ve sert hava koşullarından dolayı sayısız ölümlü kazaya neden olmuş. Karaya yanaşacak bir yer yok. İnsan yaşayan sadece Şili deniz kuvvetlerine ait bir istasyon binası var. Burada dünyanın en güneyindeki deniz feneri bulunuyor. Horn burnundaki olumsuz hava ve deniz koşulları nedeniyle burada hayatını kaybetmiş her ülkeden denizciler anısına bir anıt dikilmesi için Şili Deniz Kuvvetlerinin sponsorluğunda 1991 yılında bir yarışma düzenlenmiş. Bu yarışmayı kazanan Valparaiso Katolik Üniversitesinden heykeltraş Prof. José Balcells’e “Cape Horn KaptanlarUluslararası Kardeşlik Anıtı” yaptırılmış ve 1992 yılında büyük zorluklarla tamamlanmış.

Gemiden bakılıp fotoğraf çekiliyor. Biz gittiğimizde hava şansımıza güneşli, deniz de sakindi, o nedenle güzel fotoğraflar çekebildik. Daha önce Güney Okyanusu’ndaki dehşet verici yelken maceraları, Vendeé Globe (Güney okyanusundan geçen tek kişilik dünya turu yarışması) öyküleri ve Amerika kıt’asının güneyinden Atlantik-Pasifik geçişi yapan denizciler ile ilgili pek çok kitap okumuş olduğumuzdan, sadece orada olmak bile insanın içini titretiyor, heyecan veriyor, yoksa güzel havada alelâde bir kayalıktan farklı bir tarafı yok. Bu unutulmaz an nedeniyle gemide tören düzenleniyor, havuz başında sıcak şarap servis edilip, kutsanmak isteyenlerin başlarına 2.Kaptan tarafından acımasız Güney Okyanusu suyundan kepçeyle dökülüyor. O soğukta cesaret istiyor biraz!
Ushuaia
Bu efsânevi liman, Patagonya’da Arjantin’e ait son durak. Bundan sonra Şili’ye geçiyoruz. Buradan gemilerle (daha çok Rus gemileriyle) veya uçakla Antarktika’ya turlar düzenliyorlar. Uçakla yapılabiliyor ama üç saatlik bir tur adam başı 1700 $ ve hava garantisi de yok. “Sis varsa hiçbir şey göremezsiniz, geri dönülür” diyorlar. Çok gitmek istiyoruz ama fiyat epey pahalı. Bizim gemiden bir tek 150 kg’luk bir Amerikalı kadın turist gidiyor. Gemi ile gidilenler, önceden rezervasyon yapılan yaklaşık bir haftalık turlar, bize göre değil. Onların biri geçenlerde Antarktika’da buzlara sıkıştı, yolcuları tahliye edip, gemiyi buzların erime mevsimine bıraktılar. Eğer o gezi yapılacaksa buz kıran Rus gemileri ile yapılmalı. Orada sıkışan normal bir yolcu gemisiydi.

Ushuaia için mutlaka pahalı da olsa, geminin düzenlediği Tierra Del Fuego Milli parkında glasierleri gösteren günlük gezi alınmalı. Biz araba kiralayıp görebildiğimiz kadar görüyoruz ama Calafate’ye Perito Moreno buzulunu görmeye uçakla gidiliyordu, gidemiyoruz.
Gene de Ushuaia en ilginç yerlerden biri. Çok hoşumuza gidiyor. Milli Park içinde çok güzel göller var. Zaten tabiat müthiş. Şehir biraz turistik olmuş. Hediyelik mağazaları ve çeşitleri çok fakat fiyatlar biraz yüksek çünkü dünyanın her tarafından gelinen bir yer. Tok satıcı olmuşlar. Arjantin’in daha önceki bölgelerinde gördüğümüz güler yüz burada biraz azalıyor.
Tierra del Fuego milli parkına ve Fin del Mundo (Dünyanın sonu) tren istasyonuna gitmek için şehirden taksiye biniyoruz. 40$+Park giriş ücretine anlaştığımız şoförümüz Abel, efendi, dünya tatlısı bir Ushuaia’lı. Yolda cd çalarına harika bir müzik koyuyor, hemen ne olduğunu soruyorum. Çıkarıp cd yi bana veriyor. Hem Arjantin halk müziğinin çok güzel bir örneği, hem de Abel’in hatırası olduğundan çok seviyorum. Döndükten sonra araştırıyorum, sanatçının Chaqueno Palavecino olduğunu öğreniyorum. Arjantin’e ait her şey nedense bana pek bir sevilesi geliyor!
Park içinde bir su başında Alman plakalı bir motokaravan görüyoruz. Ta dünyanın güney ucuna nasıl geldiğini merak edip gidip sohbete koyuluyoruz. Bu şekilde altı aydan beri Patagonya’yı karavanla dolaşmakta olan orta yaşlı Alman çiftle tanışıyoruz. Dündar’ın hayretle karavanı nasıl getirdikleri sorusuna “Sea Bridge” diyorlar. Avrupa’dan Güney Amerika’ya otomobil taşıyan bu firma hakkında onlar sayesinde bilgi sahibi oluyoruz. Ayda üç sefer yapan gemilere Hamburg, Anvers gibi muhtelif Avrupa limanlarından motokaravanlı yolcu olarak biniliyor. Her gemiye en fazla 20 araba alındığından yaklaşık altı ay önceden yer ayırtmak gerekiyor. Karavan ve iki kişi ücreti 4500 Euro. Yolculuk Kuzey Afrikalimanlarına uğrayarak bir ay sürüyor. Bu limanlarda yolcu olarak iniliyor ama karavan indirilemiyor. Bir ay sonunda Buenos Aires’te seyahat bitiyor. Yolculuk bedeli dışında emekli maaşları ile Arjantin’de rahat yaşadıklarını, bütün kuzey yarım küre kışını burada geçirdiklerini söylüyorlar. Onlara gıpta ediyoruz.
Atlantik ile Pasifik okyanuslarını birbirine bağlayan Beagle kanalı üstünde dünyanın en güneyindeki postane Puerto Guaranibulunuyor. Açık, güneşli havada fotoğraflarını çekiyoruz. Park içindeki dereleri, gölleri, kunduzların yaptığı çer-çöp baraj setlerini, And dağlarının karlı tepelerini, otlarda gezen yabani tavşanları görüyoruz.
Punta Arenas (Kumlu Burun)
Magellan Boğazı üstündeki en büyük yerleşim yeri ve Şili’nin Magallanes ve Antarktica bölgesinin baş şehri. İngiliz J. Byron tarafından 17. yüzyılda kurulmuş ve ismini de o vermiş. 2002 sayımına göre yaklaşık 120.000 nüfusu var. Antarktikakıyısına 1418 km uzakta ve çok değişken bir havası var. Kışları yoğun kar yağışı alıyor. Şili sınırlarına giriş burada başlıyor. Yaz ayı olmasına rağmen çok soğuk. Inmaculada Concepcion (Çocukların ilk komünyonu) dini bayramları nedeniyle her yer kapalı. Çok ilginç bir şey görmüyoruz ama büyük ve güzel bir şehir. Medeniyetin taşla olduğunu anlıyor insan. Ahşap ne kadar güzel de işlense kalıcı değil. Taş binalar kalıcı oluyor. İspanyollardan kalan düzgün yollar, meydanlar, muhteşem mimarisi olan binalar, Güney Amerika’nın en ucunda da olsa medeniyet getirmiş. Pazarlarda çok güzel alpaka ve kuzu yünü örgü el işleri var. Desenleri çok değişik. Şapkalar alıyoruz. Alpaka sert bir yün. Dik durduğu için genellikle şapka yapımında kullanılıyor. Bebek alpakaların yünü daha yumuşak oluyor. Üzerinde yerli motifleri olan, herkesin nereden aldığımı sorduğu farklı, orijinal şeyler buluyoruz. Yerlilerin el işleri buralarda başlıyor. Bu arada şimdiye kadar hep fiyordlardan gidildiği için gemi sallamıyor ama buradan sonra bir gece Pasifik’e çıkıyoruz. Bütün gece sallantıdan yataktan düşmemek için iki yana tutunuyoruz. İçim dışıma çıkıyor, bulantı ve baş dönmesi ile mahvoluyorum. Gemide deniz tutmasına karşı ilaç bulunuyor ama gene de binmeden Dramamin almak lazım. Pasifik’e bu adı Magellan herhalde şaka olsun diye vermiş. İnsan kıyısında otururken bile gelip beni kapıp gidecek diye korkuyor bazen.

Burada ilginç bir gözlem yapıyorum. Dini bayram nedeniyle kilise çanları hep birlikte çalıyorlar. Bütün köpekler birlikte uluyor. Bizim sabah ezanlarıyla uluyan köpekleri düşününce aradaki benzerlik ilgimi çekiyor. Hoparlörle bağıran satıcılara aynı tepkiyi vermedikleri düşünülürse hayvanlarda da din nosyonu mu var acaba?
Şehir parkında kurulan tezgâhlara bakarken müzik sesi duyuyor, biraz uzakta gösteri yapan milli kıyafetli çocuk gurubunun danslarını izliyor, filme alıyoruz. Şehrin en önemli binaları ve Magellan heykeli Plaza de Armas meydanında bulunuyor. Bu meydana on dakika yürüyüş uzaklığında Cerro de la Cruz tepesi var. Manzaraya hakim bu tepeden şehir ve liman izlenebiliyor. Turistler geldiği için seyyar tezgâhlar kurulmuş. Ufak-tefek alış veriş mümkün. Maggiorino Borgatello tarih ve tabiat müzesini ve şehrin tarihinde önemli rol oynamış Braun Menendez ailesinin ev ve eşyalarından oluşan Magallanes Regional müzesini geziyoruz. Şehrin kuzeyinde Bulnes caddesinde bulunan şehir mezarlığı, dört hektar üzerine kurulmuş ve tarihi 1840 lı yıllara kadar uzanıyor. Özenle traş edilmiş çam türü ağaçları, sömürge döneminin aristokrat İngiliz ve Hırvat ailelerine ait gösterişli mozoleler ve etkileyici mimarisi ile Patagonya’nın en güneyinde görmeyi beklemediğimiz, şaşırtıcı bir yer.
Puerto Chacabuco-Puerto Aysén

Bu yolculukta şimdiye kadar gördüğümüz en güzel bölge. İndiğimizde yumuşak ama insanın içine işleyen ısrarlı bir yağmur yağıyor. Çok yeşil. Ormanlık dağların arasında küçücük, kuytu bir liman. Şehir Puerto Aysén’e, limandan miinibüsle gidiyoruz. Ufak, köy irisi, gösterişsiz bir kasaba ama müthiş bir tabiat içine yerleşmiş. Orman gülü ve aslan ağzı benzeri sarı-kahve tonlarında çiçekler açan ağaççıklar bahçelerde çiçekteler. Filbahar, ortanca, gül, ağaç küpesi, erik, malta eriği, kavak, çınar, çam türleri ve özellikle Şili Çamı diye bilinen Aurocarialar görüyoruz. Çarşılarda almaya değer hiç bir şey yok. Sadece somon derisinden yapılmış cüzdanlar görüyoruz ama dükkânlar gene kapalı. Şehrin içinden Simpson ve Coyhaique nehirleri geçiyor. Nehirlerin birleşme yeri tüm dünyadan rafting ve kayak (yerli kanosu) meraklıları için tanınmış bir çekim merkezi. Bölgenin 1.742.000 hektarlık en önemli parklarından birinde, dünyanın en büyük glasiyerlerindenolan “Kuzey Buz Tarlaları” bulunuyor. Civar ormanlarda tüm dünyanın ilgisine mazhar olan çok zengin bir bitki-hayvan çeşitliliği mevcut. Şehirde nehir kollarından ötürü pek çok köprü var. Çabucak gezip sonra şoför Oscar’ın taksisi ile Aiken del Sur milli parkına gidiyoruz. Tabiat inanılmaz. Nehir ve bir göl, sık ormanı cennet haline getirmiş. Patagonya’nın ilginç bir özelliği; sokak köpeklerinin çoğunun Sibirya kurdu olması. Doğal ortamları olduğunu ve korunduklarını da sonra öğreniyoruz.
Aysén’de küçük bir evin üstündeki tabelâdan, internet kafe gibi kendi evinde yarım saati 1$ karşılığı bilgisayarını kiralayan bir öğrenci görüyoruz. Gemide dakikası bu fiyat olduğundan, çok sevinip yakınlarıma e-mesaj atıyorum. Ben işimi bitirip çıkarken bütün gemi yolcuları kapıda sıra olmuş durumdalar. İş bilir öğrenci iyi para kazanıyor!
Puerto Montt
Arjantin’in meşhur Bari Loche bölgesinin güneydeki Şili kısmı. Burası Alman göçmenlerin yerleşmiş olduğu ve kendi kültürlerine göre imar ettikleri bölge. Hem tabiat olarak hem de şehirlerin, evlerin, bahçelerin güzelliği, bakımı ile gezinin en özel bölgesi. Günlük gezi alırken Puerto Varas şehrini ve Llanquihue gölünü, Volcan Osorno dağını, Petrohue şelâlelerini,Arjantin’e de kıyısı olan ve gölden ulaşım sağlanabilen Lago Todos los Santos (Lake Esmeralda) gölünü görecek gezi seçilmeli. Bunların hepsi bir günde gezilebiliyor. Hatta gemiyle değil de kalacak şekilde gidilmişse, tekne ile Bari Loche-Arjantin’e mutlaka geçilmeli. Bizim aklımız kalıyor ama yapacak bir şey yok.

Her zamanki gibi gemiden çıkar çıkmaz araba kiralama peşine düşüyoruz. Bu safer biraz zor bulduğumuz için 69$ vererek arabamızı alıp 20 km uzaktaki Puerto Varas’a yola çıktığımızda saat 10.30 u buluyor ama araba ile yolculuk yapıp hızlı hareket edince dağın tepesine de çıkmak için zaman buluyoruz.

Her zaman bulutlarla kaplı olan Osorno’nunzirvesini görmeyi çok istiyoruz. Her yerden göründüğü için bütün gün gözümüz onda. Hava masmavi olmasına rağmen onun başında hemen her zaman beyaz buluttan bir şapka bulunuyor. Yarısına kadar çıkıp buluttan şapkaya yaklaşıyoruz. Burada bir kayak merkezi var. Orada gözümüzü zirveye dikip “haydi açıl, ne olur bir kere görelim başını” diye sesleniyoruz. Birden bir rüzgâr çıkıyor, yaklaşık beş saniye için zirveyi temizliyor. Sanki dünyadaki en önemli şey o zirveyi çıplak görmekmiş gibi heyecanla fotoğraf makineme sarılıyor, tekrar saklanmadan önce yarım, yamalak bir fotoğraf yakalıyorum.

Evler çok şık, bahçeler bakımlı. Pastaneler, fırınlar Avrupa tarzı. Çok büyük okaliptüs ağaçları, orman gülü, çamlar, ardıç ve yaprağını döken ağaçlar, her çeşit çiçekle etraf cennet gibi. Puerto Montt’un yıllık ortalama sıcaklığı 11.4 C. En düşük sıcaklık 5 C, en yüksek sıcaklık 20 C. Yaz ısısı fazla olmamasına rağmen kışın don olmadığı için sıcak seven bitkilerin yaşamasına şaşmamak gerek.

Simsiyah volkanik kayaların arasından akan Petrohue şelâlelerini görüp, oradan gelen nehrin döküldüğü Esmeralda (Lago Todos los Santos) gölüne ulaşıyoruz. Buradaki iskeleden Arjantin’in Bari Loche bölgesine tekneler yolcu ve yük taşıyor. Civarda pek çok şık turistik tesis bulunuyor. Hava çok güzel ve her yer yerli-yabancı turist kaynıyor. Geri dönüp Puerto Varas’ageliyoruz. Llanquihue gölü kıyısında olan küçük şehir Noel süsleri ile donanmış. Tadını unutamadığımız son derece lezzetli bir ekmek eşliğinde güzel bir yemek yiyoruz. Şili ve Arjantinliler ilginç bir şekilde tütsü seviyorlar. Çarşılarda, lokantalarda neredeyse Hindistan kadar tütsü yakılıyor. Merak edip bakıyorum kendileri üretiyor mu diye ama hayır, hepsi Hint malı.
Corral, Niebla, Valdivia
Gezinin en güzel bölümlerinden biri daha. Gemi Valdivia nehrinin Pasifik okyanusuna döküldüğü Corral-Niebla körfezine demir atıyor. Corral, bir tepenin üstünde yeşillik, küçücük, hediyelik eşya tezgâhları ve bir minik hastanesi olan köy diyebileceğim bir yerleşim yeri. İspanyol koloni döneminde Valdivia’yı korumak için Corral’in baş kumandanlık görevini üstlendiği Corral körfezi kaleleri, önemli bir savunma sistemi oluşturmuş. Bu nedenle körfezde pek çok kale inşa edilmiş. Devamlı çalışan yolcu tekneleri ile karşı kıyı Niebla’ya geçiliyor. Karşı tepede hem Corral hem Niebla’yayukarıdan bakan Niebla kalesi var. Niebla’dan otobüslerle yakındaki şehir Valdivia’ya gidiliyor. Niebla’da büfeler ve balıkçı tekneleri var, fazla bir yerleşim yok.

Valdivia (Ciudad de Los Rios) ise çok güzel bir şehir. İlginç bir gözlem; iklimin soğukluğuna rağmen palmiye, zakkum, kauçuk gibi tropikal ve subtropikal iklim bitkileri yetişmesi. Nehirlerden dolayı iklim yumuşuyor diye tahmin ediyoruz ama Patagonya hakkındaki hava tahminlerimizin tümüyle yanlış olduğu küçük bir araştırma neticesi ortaya çıkıyor. Valdivia’nın ortalama aylık sıcaklığı 12.3 C. En düşük 5 C, en yüksek 23 C. Kar ve don olayı burada da görülmüyor. Ayrıca yağmurlu gün sayısı yılda 201, ayda 17. Bu da bitkilerin neden buraya bayıldığını açıkça ortaya koyuyor. Bu şartlardan haberleri olsa dünyadaki bütün bitkiler Patagonya’ya iltica ederlerdi!

Amerikan tarzı küçük, ahşap, göz okşayan evler ve oteller var. Bütün Patagonya’da görülen balık ve böcek çeşitliliği burada da görülüyor. Balık çarşısı müthiş. “Ciudad de Los Rios” Nehirli şehir de deniyor çünkü Cau cau ve Calle calle nehirleri, şehrin içinden geçerek Pasifik okyanusuna yakın Valdivia nehrine dökülüyorlar. Şehrin mimarisi güzel. Derli toplu bir şehir. Balık çarşısı insanın gözünü döndürecek tazelik ve çeşitliliğe sahip. En çok rastlanan, çok büyüklerini gördüğümüz Sierra ve Merzucabalıkları. O kadar ucuza satılıyor ki, yedi kiloluk bir Sierra balığı sadece 2$! Pazar nehrin hemen kenarına kurulmuş. Nehirden çıkan deniz aslanları (Lobos del mar) balık tezgâhlarının arkasına geliyor, ağızlarını açıp bekliyorlar. Balık temizleyen balıkçılar, artıkları onlara atıyor. Pelikanlar ve diğer kocaman deniz kuşlarıyla rekabet ederek o balık parçalarını kapışmaları seyre değer görüntüler oluşturuyor. Bunların birinin adı Manuel! Balıkçılar çağırdığında koca vücuduyla yuvarlanarak köpek yavrusu gibi geliyor. Sevimliliğine kapılıp biraz fazla yanına yaklaştığımda derhal onun vahşi bir mahluk ve tehlikeli olduğu hususunda uyarılıyorum ve koca kafasını okşamaktan vazgeçiyorum. Sonradan fazla içli dışlı olanlarda ciddi yaralanmalara sebep olduklarını ve kolaylıkla saldırganlaşabildiklerini öğreniyoruz. Pazarda ayıklanıp torbalanmış araka ve iç bakla görüyorum. şahane kiraz ve çilek, az miktarda kayısı var. Elma ve armuta rastlamıyoruz. Füme yapılmış somon ve sierra bulunuyor. İştah açıcı köy ekmeği (Pan de Campo) bizim Trabzon ekmeği gibi büyük somunlar halinde satılıyor.
Köprüyle nehri geçip Üniversite bahçesine gidiyoruz. Tarih müzesinde yerli halk Mapuche’lerin çok güzel takı örnekleri var. Bugün birisi yapıp satsa, almak için millet birbirini kırar! Alman bir fabrikatörün evi çok güzel bir müze-ev yapılmış. Bahçesinde gene açık sera gibi inanılmaz bir bitki çeşitliliği görüyoruz. Manolya, kamelya, hurma ağacı, dev okaliptüsler, 150 yıllık anıt sedir ağaçları, Şili çamı, pembe ve beyaz cortaderia, orman gülü ve meşe çeşitleri, her iklim bitkileri gayet hayatlarından memnun, bir arada yaşıyorlar.
Niebla’ya geri dönüyor, İspanyol kalesini geziyoruz. Coral körfezindeki savunma sistemi yüzünden İspanyollar uzun yıllar bu bölgeyi hakimiyetlerinde tutmuşlar. Savaşlarla kuzeye çekilmelerine rağmen burayı bırakmamışlar.
Coral’de Mapucheler çok. Yuvarlak yüzlü, hafif çekik gözlü, tatlı esmer, başı dik insanlar. Bazıları epeyce güzeller. Çok mağrur bir ırk olduklarını öğreniyoruz. İnkaları yeniyor, 300 yıl boyunca İspanyollar ile savaşıp yenilmiyor, sonunda anlaşma ile barış yapıyorlar. Şimdilerde pek bir şey yapmadıkları söyleniyor. Coral’e biraz mesafeli köyleri varmış ama biz gidemiyoruz. Zaman yok, ayrıca hayvanat bahçesine gider gibi turist otobüsleri ile yerli köyü görmeyi, onların para için turistik danslarını seyretmeyi benim içim kaldırmıyor. Bu kıt’anın sahipleriyken neden sayılarının bu kadar azaldığını gemide bu konuda konferans veren Amerikalı profesör de dahil her yerde herkese soruyoruz. Cevap hep aynı; Kızamıktan!!
Amerika’nın kuzeyinde yardım adı altında bulaşıcı hastalık bulaştırılmış mikroplu yiyecek ve giyecekleri, frengi mikrobu bulaştırılmış battaniyeleri yerli köylerinde çoluğa çocuğa dağıttıklarını bizzat kendilerinden duymamış olsak inanacağız ama adamlar gayet pişkin, “yersen” diyorlar tüm dünyaya!
Gemiye dönmeden Coral’de tezgâhları dolaşıyoruz. Buraya has, nuga benzeri bir çeşit çikolata yapıyorlar, ondan tadıyoruz. Patagonya yününden patikler örüyorlar, hediyelik bir kaç tane alıyoruz. Tekneyle dönerken deniz hayvanat bahçesi gibi. Her çeşit deniz kuşu, siyah boyunlu kuğular, deniz aslanları suda birlikte yüzüyorlar. Sibirya kurtları kıyıdan onları seyrediyor.
Talcahuano, Concepcion
İlki liman, diğeri yakındaki büyük şehir. Concepcion Şili’nin ikinci büyük şehri. İçinden Bio Bio nehri geçiyor. Parkta oturuyoruz. İğdeler ve ıhlamurlar çiçek açmışlar. Yaz çiçekleri, Yeni Gine ve sardunyalar o kadar büyük öbekler halindeler ki, kışı sağ geçirip önceki yıllardan kalmış olmalılar. Çarşıda begonvil de görüyoruz. Oraların yerlileri de Mapuche’ler. Balık da satsalar, başlık da örseler, çok soylu ve mağrur bir duruşları var. 300,000 kişinin katli ile dünya tarihinin en büyük soykırımına uğrayıp, onları kesenler tarafından vahşi olarak tarihe geçirilmiş olmaları ne büyük haksızlık. Atamızın “Tarih yazan yapan kadar önemlidir.” sözünü gelin de hatırlamayın! Gururlu tavırlarıyla Grand Canyon civarında hayran kaldığımız Kuzey Amerikan yerlilerine benziyorlar. Takıları ve hediyelik eşyaları çok değişik. Benim çok hoşuma gidiyor. Buradaki Noel öncesi pazardan Extract de Caracol satın alıyorum. Beyaz bir kabuklu deniz canlısından küçük bir değirmende çekilen özel bir toz bu. Limon suyu veya sütle karıştırılarak yüze sürülüyor. Saf kalsiyum olduğu için cilde iyi geliyor. Ayrıca İnka müzik aletleri de satıyorlar. Dekoratif ve destek amaçlı alıyoruz.

Noel çarşısında zarif takılar yapıp satan genç bir hanımla tanışıyoruz. Kendime bir çift küpe alıyor, ona adını soruyorum. “America” deyince, aklıma Holywood dolduruşu ile hemen Kuzey Amerika geliyor, neden, ne alâka? diye soruyorum. Mağrur bir şekilde “America del sur” (Güney Amerika) diyor. Mesleğini sorduğumda ise hiç unutmayacağım şekilde başı dik, “Artista, humanista, socialista” diye cevap veriyor. “Gel seni alnından öpeyim”inİspanyolcasını bilmediğimden, elini sıkıyor, içten bir gülümsemeyle veda ediyorum.
“Cola de Mono” denilen kahve-süt likörleri meşhur. Ayrıca başka meyve likörleri de var. Zaten Şili, şarapları ile tanınıyor. Taşıyacak yer ve ağırlık sınırı yoksa alınabilir. Biz pek teşebbüs etmedik. İnsan ne görse nasıl taşıyacağını düşünüyor. İçki seven insan için orada denemek ilginç olur. Milli meyveleri frambuazmış. Frambuaz kokteyli de güzeldi.
Talcahuano limanında balık çarşısı göz alıcı, iştah açıcı. Zaten bütün balık çarşıları müthiş. Her türlü iri, ufak balık ve böcek var. Köpek balığı bile satılıyor. Ayrıca canlı mahlûkatı görmek çok hoş. Pelikanlar, deniz aslanları tezgâh aralarında geziyorlar. “Ceviche” denen bir çiğ balık salatası yapıyorlar. İçinde doğranmış şekilde her türlü deniz canlısı bulunuyor. İlk defa kuzenimin ikramı ile Kosta Rika’da tanıdığımız bu salatayı balıkçılar tabaklar halinde hazırlanmış olarak satıyorlar, çiğ yeniyor. Bütün orta ve güney Amerika’da içki mezesi olarak aranıyor. Bir balıkçı bize ıstakoz bacağı ikram ediyor. Kolesterol korkusuyla fazla yiyemiyoruz. Balık çarşılarının vazgeçilmezi olan deniz aslanları sürü halinde kıyıda yatmış güneşleniyorlar. Pelikanlar balıkçı teknelerini mekân edinmişler. Gemiye bindikten sonra hemen yakınımızda kocaman deniz kuşlarının dalıp çıkarak balık avlamalarını izliyoruz ilgiyle.
Hem Arjantin hem Şili, Patagonya’nın korunması konusunda fevkalâde bilinçli ve hassas görünüyorlar. Dünyanın o bölgesi için samimiyetle sevinirken kendi halimizi düşünüp kıskanmadık desem yalan olur.
Tabiat güzelliği; 10/10
İnsanların genel karakteri ve turiste muamelesi; 9/10
Türk insanına (varsa) tavrı; 10/10 (Arjantin)
Sanat, kültür, mimari; 10/10
Güvenlik; Dikkatli olup bazı yerlerden uzak durulursa 9/10
Kişisel ilginçlik katsayısı;10/10
Bir daha gider miyim? Haydi ne zaman gidiyoruz?!